Bir Orgazm Masalı-Hayır !

Hayatta karşınıza ne zaman ne çıkacağını asla bilemezsiniz ama neye evet neye hayır demeniz gerektiğini öğrenmeniz şart.
Özellikle biz kadınların kesinlikle “HAYIR” diyebilmeyi öğrenmemiz lazım.
Ne yazık ki benim de hayır demeyi öğrenmem epey vakit aldı, her şeyi öğrenmemizin zor olduğu gibi.
Otuzlarıma merdiven dayayıp da etrafta “akıllı” geçinenlerin verdiği, yazdığı tek öğüt içi boş “kendin ol, kendin ol” olunca kavramam da geç oldu tabii.
Kendim olabilmeyi bıraktım daha bedenimi bile tanımadan, kendim olmalıydım.
Kendin ol diye bağıracaklarına “nasıl hayır deriz” başlıklı tavsiyeler verselerdi o zaman durumlar belki çok başka olacaktı…
Çünkü kendimiz olabilmemiz biraz hayır diyebilmemize bağlıydı.
Çünkü kafaya ilk kazınan başlıktı, içerikler ise teferruat…

Yılbaşı Tolga’sıyla başlayan akıl tutulmam bir süre devam etmişti.
Anlatmam bile bunun utancıyla geç olmuş olabilir.
Elbette kimse kusursuz ve hatasız değildir ama Birol’un üstüne Tolga isyanıydı sanki benimki, hani derler ya amı götü dağıtmak diye aynen öyle işte…
Sonuçta sorgulamak ve akıl verenleri ciddiye almak, kalıpların sunduğu gibi biri olmak çok zor ve yorucuydu.
Alışmayan götte don durmaz hesabı olacaktı benimki ama yine de oldu, dursa da yaptım, durmasa da…

Tolga içimdeki bir birikimin patlamasını da tetiklemiş olabilir çok emin olamıyorum.
Fakat o zamanlar sen şöyle kadın olacaksın ki, erkek de bunun karşılığında şöyle olacak diye yazan sitelere sayfalar dolusu yazı gönderiyordum.
Aynı şekilde konuşanını duyduğumda ise tüm perdeleri indiriyor amazon savaşçısı kesiliyordum. O kısa dönem arkamdan azılı feminist, erkeklerden umudu kesmiş lezbiyen olmuş, vah yavrum terk edildi ve benzeri şeylerin söylendiğini biliyorum.
Ama koyuvermiş işte kendimi, meyve veren ağaç taşlanırdı, söylenene de anlatılanlara, hatta iyi niyetli yaklaşıp akıl verenlere bile “köpek gibi kıskanıyorlar” beni diye düşünüp rahatlıyordum.

İsmi lazım değil o dönemlerdeki arkadaş grubumda birkaç dergi çalışanı vardı ve içlerinden biri hatundu. Hatun o geçici dönem en iyi arkadaşımdı, aslında o en iyi arkadaşım ya da en kafa arkadaşım söylemleri de yalandır. Hep bir şekilde çıkar, hep bir şekilde maskelenmiş beklentilerin ardında samimiyetten uzak şeylerdir. En iyi arkadaşım derken bile yüze zoraki kondurulan samimiyetsiz gülümseme sizi ele verir vermesine de kimsecikler çıkıp yüzünüze “samimiyetsiz” diyemez, çünkü o atmosferdeki tüm insanlar samimiyetsiz ve yapaydır.
Alkol özellikle samimiyetlerin artmasında epey etkili bir rol oynar, boğazınıza bıçak dayasalar yapamayacağınız şeyleri yapmanıza etken olur.
Bütün kötülüklerin anası değildir alkol, alkol içimizdeki hainliği, gerçekliği, pisliği belki de özümüzü ortaya çıkarandır…

O gece “en iyi arkadaşımı” son gördüğüm gece sanki “kadın yapamaz” dedikleri her şeyi yapmaya yemin etmiş gibiydim. Zaten bastırılmış kişiliğimizde övünecek daha iyi şeyler bulamazmış gibi “çok iyi içmekle” “sert sigara Camel” içmekle övünen zavallılardan biriyim. Daha da komiği etrafımda o zaman “yıldız” gördüklerim de en az benim kadar boş ve ezikmiş kısa bir süre sonra anlamıştım.
İşte o gece herkes vur patlasın çal oynasınla en gamsız en cool görüntüyü çizmek adına yarışırken söz konusu abi gelmişti mekâna.
Ben abiyi görünce hemen telefon rehberine sarılmıştım, elbette ki yılbaşı gecesinde olduğu gibi “daha iyi senekleri” değerlendirmek adına.
Yaşadıklarımdan ders almayan akıl tutulmam hala devam ediyordu…

1,80 boğadan hallice abi ile kısa bir tanıştırılma faslı yaşadık, etrafımızdaki kalabalık bize iyilik yapıp baş başa bırakmak için dağıldığında bir dakika önceki nezaketimden eser yoktu. Bir yandan inceliyorum ama boyunu posunu kafamdan acaba olur mu diye geçiriyorum. Ama zaten önyargılarım sebebiyle olmazdı, oldum olası aşırı kaslı vücut çalışan erkekler ilgimi çekmemiş ve itici gelmiştir. Abiye baktıkça bir an göğsünde yattığımı filan düşünmüştüm, adam yüksek horlama yastıkları gibi boyun tutulması garanti. Birkaç analizden sonra olmayacağına karar verdiğim esnada birkaç kişiden gece için teklif gelmişti bile…
Geriye sadece bir bahane bulup sıvışmakta kalmıştı, nereye gideceğime karar vermeden önce yalanı bulacaktım ve birkaç saniyede o da hazırdı.
Annem Ankara’dan çat kapı çıkıp gelmişti…

Yine üzgün bir suratla abiden ve oradaki tanıdıklardan özür diledikten sonra en yakın zamanda görüşme dileklerimle ayrıldım. Mekanın kapısından çıkarken çantamdan telefonu aldığımda yeni bir mesaj gelmişti. Birkaç hafta önce bir arkadaşımın ofisinde tanıştığım İlker adında fotoğrafçı bir tip. Muhabbetimiz güzeldi ve ben telefonumu istediğinde ikiletmeden vermiştim.
Mesajında beni Taksim’de az önce çıktığım mekana girerken gördüğünü, kendisinin de nerede olduğunu sıkılırsam yanına gelebileceğimi yazmış.
Ben Tünel’den meydan tarafına yürümeye başladıktan 10 dakika sonra yanına varmıştım. Arka sokakta keyifli meyhane tarzında loş ışıklı bir yer.
İlkerin beni gördükten sonra masadakilere “hatunu nasıl ayağıma getirttim ama” bakışlarını yakalasam bile çok umursamadım.
Hiç yabancılık çekmeden İlker ve arkadaşlarının arasına kaynamıştım, alkolün verdiği rahatlık ve alınan “siktir et” kararlarından sonra zor olmadı…

İlker otuzlarında ünlü bir ajansa bağlı çalışan branşı ürün fotoğrafçılığı olan bir profesyoneldi. Aşık olunası bir tip bile sayılırdı eğer kurduğu üç cümleden biri “ben babamıyım oğluyum” olmasaydı, fakat o gece için idare ederdi.
Gece boyunca konuşmalar esnasında rahatsız etmeyecek şekilde sırtımda gezdirdiği elini kendimi rahat bıraktığımdan olsa gerek tahrik edici bulmuştum. Belki biraz sonra buradan kalkıp onun evine gider ve orada her şeyi unutturacak bir şeyler yaşardım. Belki de sabah uyandığımda babamın oğluyum nidaları beni hiç rahatsız etmeyecek hiç beklemediğim bir ilişkinin günaydınını yaşayacaktım. Aç tavuk misaliydim bir yandan içim önüme gelenin canını yakmak istese de açtım işte kendimi ambarda hayal etmekten geri kalamıyordum. Hülyalarımın arasında dalmış masada geçen sohbetlere yapay bir gülümseme ile eşlik ettiğimi hatırlıyorum.
Bir şekilde laf nereden geldi bilmiyorum ama İlker’in unutamadığı sevgilisi Gamze’ye gelmişti. Ben de orada öğrenmiştim “unutulamayan” hatunun varlığını, şu hep kıskanılası adına şiirler şarkılar yazdıran türdendi…

Birkaç saat daha geldi Gamze gitti Gamze şeklinde geçmişti ve ben hayatımda en nefret ettiğim ismin Gamze olduğuna karar vermiştim. Gamze ve onun gibiler kadınlığın bir numaralı düşmanlarıydı. Alkolün de etkisiyle aklımdan geçen düşünceler yavaş yavaş değişiyordu, Gamze’yi unutturan kadın olma isteğim ağır basmaya başlamış İlker’e karşı tuhaf bir acıma hissi beslemeye başlamıştım.
Dilinde Gamze’si vardı ama elinin altında ben, anlık olarak bu riyakarlık mide bulandırıcı gelse de tuhaf bir şekilde o anda orada olan kadın olmak mucizevi geliyordu. İkimiz de yaralıydık, belki yaralarımızı sarar birbirimizden yeniden doğardık? Şu sapıttığım her şeyi birbirine karıştırdığım, adeta kan dökmek için yanıp tutuştuğum dönemi noktalama zamanıydı beki de…

Vedalaşıp kalktığımızda İlker ile birbirimize sarılı vaziyette, ahtapotlar gibi Taksim meydana yürümüştük. Ve kaderin cilvesi olsa gerek yüzüme bir kez daha vurmuştu, tam ıslak hamburgecilerin köşeyi dönerken birkaç saat önce annem geldi bahanesiyle ektiğim grubun tamamı karşımdaydı. Bir yer yarılıp da içine girsem saati daha gelmişti, oracıkta bir kara delik olsaydı da yok olup gitseydim…
İnsan kızı bunu da atlatır, boğazım düğümlenmişti, yaşadığım utançla İlker’e daha da sıkı sarılmıştım. Tek bir kelime bile edemeden şaşkın bakışların kıyısından İlker’in evine doğru yola koyulmuştuk. Tek bir kelime edemeden diyorum da ne diyebilirdim ki? O ortamda, onların yanında kalmak istemediğimi bir anlık akıl tutulmasıyla içimden geleni yaptığımı mı? Daha fazla dişimi sıkmak zorunda kalmak istemediğimi mi? Kırıcı olmamak için yalan söylediğimi mi?
Anlayacaklar mıydı?
Hatırlayınca şu an bile utancımdan kulaklarım yanıyor, yerin dibine girme arzum daha dün gibi…

Bir süre daha yürüdükten sonra, içimden lanet ederek kurtulma ya da sığınma amaçlı sıkıca sarıldığım İlker’den koşarak uzaklaşmak istiyordum. Nasıl açıklayacağımı bilmiyorum ama onun yanında da olmak istemiyordum. Kaçıp gitmek için bahaneler aramaya koyulmuş her köşe başında “köprüden önce son çıkış” tabelasına benzer ilahi bir işaret bekliyordum.
Bekliyordum da artık çok geçti, İlker’in evine gelmiştik bile…
Cihangir gibi bir yerde hem de kariyerli kazancı da iyi sayılabilecek bir adamın böylesine boktan, kokulu, pis ve viran bir yerde yaşaması imkansız gibiydi. Ev değil de şu filmlerde eroinmanların toplandıkları sahipsiz evler gibiydi. Belki de Gamze adına şarkılar yazılacak bir kadın değildi, tam da bu pasaklılıktan kaçmayı tercih etmişti. Bir süre önce imrendiğim Gamze bir anda kurban gibi gelmeye başlamıştı gözüme. Kendimi beni öpmeye çalışan İlker ile mücadele ederken bulmuştum. Dokunuşlarının bir cazibesi olmadığı gibi itici bir şekilde dilini ısrarla ağzıma sokmaya çalışması kabustu. Ben kendimden uzaklaştırdıkça sanki daha güçlü üzerime geliyor gibiydi. Bir ara sinirlenip yüzümü tutmuş gözlerimin içine bakarak “derdin ne senin” demişti. E yani haklıydı evine gelmiştim, dokunmasına izin vermiştim, birlikte zaman geçirmiştik. Bir yanım epi topu sürse sürse beş dakika yum gözünü diyordu, daha önceden de yaptığım gibi…
Öbür yanım da sıçtın madem üstüne sıvama bari diye isyan bayrağını çekmişti, belli ki o yanıma da diğer yanımdan fenalık gelmişti.
Şeytan mı dürttü melekler mi imdada yetişti bilmiyorum ama dilimden “Gamze” diye dökülüvermişti.
Kadının ismi resmen hayatımı kurtarmıştı, İlker adını duyunca beni bırakmış koltuğa benzer bir şeyin üzerine çökmüştü.
Gecenin devamında sabaha kadar Gamze’yi dinlemiştim, İlker ara ara gaza gelip beni öpmeye baştan çıkartmaya çalışsa da başarılı olamamıştı, muhtemelen mücadele edecek gücü de tükenmişti.
Sonunda hatunu sayıklayarak sızmıştı ve ben sessizce kapıyı kapatıp olay yerinden hızla uzaklaşırken içimden Gamze’ye teşekkür ediyordum…
Gamze şiir kalan kadındı bense ise esamesi bile okunmayacak olan!

İlker ertesi günün akşamında beni aradığında kanımda halâ geceden kalan alkolün dolaştığını hissediyordum. Beni hayal kırıklığına uğrattığını söylüyor ve özür diliyordu, dün gece olduğumuz yerdeydi erkenden içmeye başlamıştı. Belli ki aşırı dozda aldığı Gamze hala etkisini sürdürüyordu. Ya da babasının oğluydu ve büyük bir avcıydı, dün gece avını yakalayamamış tekrar şansını denemek istiyordu.
Emin değilim ama kibarca teşekkür edip telefonu kapattığımda dağıtma zamanımın bitmesi gerektiğine karar vermiştim.
Verdiğim kararın ve alkolü temizlesin diye içtiğim iki litrelik ayranın etkisiyle sızmışım…
Hem adam akıllı dağıtamamış hem de eline yüzüne bulaştırmıştım.
Rezil olduğum gruptaki arkadaşlarla bir daha görüşmedim, hain kadındım…
Fakat gözden kaçırdığım bir nokta vardı o gece, farkında olmadan HAYIR diyebilmiştim ve böyle bir gücüm olduğunun o zaman henüz farkında değildim…

Son söz:
1- Kimi zaman unutulamayan eski sevgili kıskanıp rekabet edilesi değil örnek alınasıdır.
2- Herkesin dağıtmaya ve ipleri bırakmaya ihtiyacı vardır önemli olan nerede duracağınızı iyi kestirebilmektir.
3- İki yaralı bir yatağa değil ancak bir hastaneye yakışır…
4- Birilerini ekip aynı gece başkalarına söz verecekseniz semtlerin farklı olmasına dikkat edin!
5- Orgazm candır…

Red GALİA
- Reklam -

Cevap ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz